31 Ağustos 2013 Cumartesi

Sakallı Celâl, "bir eski zaman kahramanı'

(Bu yazı 2013 yılında Radikal Blog için yazılmıştır. Blog kapandığından tekrar yayınlanmıştır)

Melih Cevdet Anday’ın kendisi için söylediği ... Sakallı Celâl, bir 'eski zaman kahramanı' idi...'  sözü yazının başlığına en uygun seçim olur. 1886-1962 yılları arasında yaşayan Sakallı Celal, 2. Abdülhamid dönemi Bahriye Nazırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğludur, Galatasaray Lisesi’nden 1907 yılında mezun olmuştur.
Sakallı Celal namıyla bilinen Celal Yalınız aslında hepimizin tanıdığı bir düşünür, bir filozof. Nereden mi tanıyoruz? Bir çoğumuzun sıklıkla alıntıladığı ve kullandığı sözlerin söyleyenidir kendisi. Sözlerinden bazıları şunlardır
"Türkiye'de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar."
"Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir."
"Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur."
"Meşrutiyeti getirdik olmadı, cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz ciddiyete ne dersiniz?"
"Bir kızın tıraşlı bir erkeği güzel zannetmesi hazindir..."
"Hiç bir yoğurtçunun yoğurt olduğu görülmediği gibi, hiç bir Türkçünün de Türk olduğu görülmemiştir."

"İnsanoğlunda zeka, midyedeki inci gibidir. Hepsinde bulunmaz"
Fransızca bilir, sağlıklı, güçlü, hazırcevap, espirili, kültürlü, bekar, bakımsız, derbeder, titiz, babacan, ütopik sosyalist meczup... Evinde yapılan bir arama da polis duvarda duran Karl Marx portresini sorunca "Rahmetli Babam" diye cevaplamıştır.  Öğretmenlik yapmış, Aydın’da incir fabrikasında çalışmış çöpçülerin ücretini az bularak protesto amacıyla çöpçülükte yapmıştır.  Paraya pula hiç önem vermemiştir. Öyle ki Galasaray Lisesi’ndeki öğretmen vekilliği döneminde çocuklara askıdaki ceketini göstererek ‘Parası biten cebimden alabilir’ dermiş.
Sakallı Celal yazılı bir eser bırakmamıştır. Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, öğrencim de dediği Nazım Hikmet, Ordinaryüs Matematik Profesörü Ali Yar, Haldun Taner ve Ali Sami Yen; çevresindekiler arasında Nurullah Ataç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Kazım Taşkent gibi çeşitli isimler ile Melih Cevdet Anday, Orhan Veli gibi pek çok şair ve yazar yer alır.  Hakkında tüm bilgi ve belgeleri yazar Orhan Karaveli tarafından yazılmış olan " Sakallı Celal - Bir 'Bilinmeyen Ünlü'nün Yaşam Öyküsü " kitabında bulabilirsiniz. Şimdi Orhan Karaveli, Haldun Taner ve Nazım Hikmet Ran’ın kaleminden Sakallı Celal’i biraz tanıyalım.

 “...Sakallı Celâl, 1886 yılının kazma kürek yaktırdığı bir Mart gününde Miralay Hüseyin Hüsnü Paşa ve Ayşe Melek Hanımın üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir. çevresine biraz tepeden bakan annesi ile Celâl'in yıldızı hiç barışmaz. Çocukken annesinin 'paşa hanımı' tavırlarına sinirlendiği için makam faytonunda kendini arabacı askerin yanına atıp, annesini utandırırdı. Zaten sonraları annesi için "askerler, babama selam durduklarından daha çok anneme selam dururlardı! Benim annem Abdülhamit'in dişisidir" diyecektir. Aynı Ayşe Melek Hanım, Celâl devlet bursu ile Fransa'ya siyaset bilimi okumaya gittiğinde, oğlundan gelen "devlet katında bölümü ile ilgili değişiklik ricasında bulunması" isteğine "devlet neyi uygun görmüşse onu tahsil et... onlardan daha iyi mi bileceksin?" cevabını vermiştir, o günden sonra Celâl Bey, o meşhur sakalını koyverip bir daha da kesmemiştir.
Sakallı Celâl yaşı geldiğinde ailesince Mekteb-i Sultani'ye, bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi'ne 110 numara ile kaydedilir. o vakitten sonra ne o Sultani'den ne de Sultani ondan vazgeçer. Liseyi bitirdiğinde Fransa'ya üniverisite eğitimi için gittiyse de tamamlayamadan geri döner...
...Celâl bey, o dönem için 'fazla geniş' vizyonu, ileri görüşlülüğü ile tahmin edileceği gibi dokuz köyden kovulur. Öğretmenliğe başladığındaki ilk görev yeri Üsküp'te öğrencilerden bir futbol takımı kurduğunda, şeytan icadı oyun yüzünden 'komünist' olarak nitelendirilir ve görevden alınır. Sonrasında gittiği Kastamonu'da öğrencilerine hurafelere inanmamaları yönünde verdiği öğütler nedeniyle sakıncalı ilan edilerek yine görevden alınır. Ankara Sultanisi'nde din derslerini azalttığı ve erkek öğrencilere bayan öğretmen atadığı için uyarılır. Devlet memuru olamayacağını anlayıp çareyi Aydın'da incir fabrikasında çalışmakta bulan Celâl, burda da rahat edemez. İşçilere yardım ettiği gerekçesiyle komünist olduğu düşünülür ve evi basılır. Kitapları ve eşyaları talan edilen sakallı Celal, polise ne aradıklarını sorunca "Fakir işçilere yardım ediyormuşsun! Yani komünistmişsin! Biz de bunun belgelerini arıyoruz" yanıtını alır. Celâl bey, işaret parmağıyla kafasını göstererek "aradıklarınız burada" yanıtını verir. bir başka gün, taşıdığı ruhsatlı silahına el konduğunda, silah taşıma nedeni olarak "bu polis eskiden padişahın ve hilafetin polisiydi. 'Padişahım çok yaşa' diye bağırmayanları yakalayıp zindana tıkardı. Düpedüz zulüm aracıydı emrinde olduğu padişah ve hilafetin. Şimdi devran değişti, Cumhuriyet ilan olundu ve bu polis Cumhuriyet'in polisi olup çıktı. İyi de ben bu polise nasıl güvenebilirim? Yarın birileri punduna getirse bir kez daha 'hilafetin polisi' olmayacakları ne malûm? o nedenle ben bu silahı gerektiğinde Gazi Paşa'yı ve Cumhuriyet'i korumak için taşıyorum" der...
...Sakallı Celâl, hayatı boyunca kimseden yardım almaz. Rivayete göre gösterişli görünmemek adına bilerek eskittiği paltosu, içine kitaplarını doldurduğu çuvalı ve 'özgürlük' olarak nitelendirdiği sakalıyla kendi yağı ile kavrulur. Dönemin tüm düşünür, yazar ve profesörleri tarafından el üstünde tutulur. Rasih Nuri, hocası olan profesör Kerim Erim ile birlikte yürürken, Erim'in yoldaki bir çöpçünün elini öptüğünü ve bu kişinin Sakalı Celâl bey olduğunu söyler...
(Alıntı: Orhan Karaveli)

“...Celal bey, bahriye mektebi nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa'nın oğlu ve Mekteb-i Sultani mezunu olduğunu sık sık unutup ve unutturup herhangi bir sokaktaki adam kişiliğine bürünmekten çok zevk alırdı. Ankara vapurunun ünlü süvarisi şefik kaptan bana ön güvertede halatları saran sakallı bir çımacının kendisine Lamartin'in 'le lac' şiirini ezbere okuduğunu anlatmıştı. Bu kadar güzel Fransızca bilen bu çımacıyı o güne kadar hiç görmediği için baş çarkçıya sormuş, o da bu sakallı zatın İstanbul'dan İzmir'e biletsiz gitmek için boğaz tokluğuna çımacılık yapmak istediğini anlatmıştı. Celal bey'in, istese bu kadarcık parayı dostlarından borç alması işten değildi. ama öyle esmiş, öyle yapmıştı. böyle oyunlara bayılırdı...” (Alıntı: Haldun Taner (Kitaplık, Şubat 2003))
“...on beş, on altı yaşlarındayken baudelaire'i aslından okurdum. Bir gün bizim orada, Göztepe’de, Baudelaire'i okuya okuya yolda yürüyorum, Sakallı Celal karşıdan geliyormuş, ben farkında değildim, dalmış gitmişim kitaba. Bana yaklaşınca: '' okuduğun o kitap ne senin ? '' diye sorunca kaldırdım başımı baktım, o. Gösterdim kendisine kitabı. Baktı, baktı yüzüme. Ben o zaman suratı çil içinde sapsarı bir oğlandım. '' Sen büyük adam olursun oğlum !! '' dedi ve yürüdü gitti. Büyük adam olamadık ama Baudelaire'in bir çok şiirleri aklımızda kaldı...” (Alıntı: Nazım Hikmet Ran)
Sakallı Celâl 1962'de beyin kanamasından hayata veda eder. Mezar taşında kimsenin bilmediği ama soyadıyla Celâl Yalınız ve "Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır" yazılıdır.

'... Tanımak mutluluğuna eriştiğim Sakallı Celâl Bey, ülkemizin son yüz yıllık kültür sürecinde etkili olmuş ve iz bırakmıştı. Kendisi ve ailesi hakkında (hâlen) hiçbir bilgi bulunmaması bir vefasızlık örneği, Türk kültür hayatı için de bir eksikliktir. Bu eksikliği değerli yazar ve araştırmacı dostumuz Orhan karaveli, her zamanki titizliği ile dolduruyor. Bu eseri bizlere kazandırdığı için onu candan kutluyorum...'
Profesör Dr. Vakur VERSAN (Kitabın 'Önsöz'ünden)

'... Celâl'in söyledikleri, karanlık bir gecede çakan şimşekler gibiydi...' /
Ahmet Haşim

'... Nerde o irfan tarlası ki Sakallı Celâl 'in fikirleri yeşerebilsin...' /
Burhan FELEK

'... Hiçbir şey onu bükemezdi. Yobaz kafa karşısında Celâl, sahiden 'celâllenirdi'...' /
Yusuf Ziya ORTAÇ

'... Bıraksalar, Kemalist ruhlu gençlik orduları yetiştirecekti...' /
Vedat Nedim TÖR

'... Sakallı Celâl, bir 'eski zaman kahramanı' idi...' /
Melih Cevdet ANDAY

'... Boşuna akıp giden bir pınar, ziyan olmuş bir değerdi...' /
Haldun TANER

'... İstanbul'un anıtlarından biri devrildi...' /
Fikret ADİL


10 Ağustos 2013 Cumartesi

Pınar Selek, Dreyfus olayı ve Emile Zola

(Bu yazı 2013 yılında Radikal Blog için yazılmıştır. Blog kapandığından tekrar yayınlanmıştır)


Türkiye’de yakıcı konuların başında gelen Kürt sorunu Kürtleri yaktığı gibi konu ile ilgili araştırma yapan, yazı yazan kişileri de yakmıştır. Sosyolog Pınar Selek buna bir örnektir.Pınar Selek ile ilgili Dava kronolojisi, bilirkişi raporları ve beraat kararlarını BİANET’ten alıntıladım. Yine aşağıda göreceğiniz Dreyfus olayını ve bu konuda hükümetin tüm baskılarına rağmen yüzbaşı Dreyfus’u savunan Fransız aydın, yazar Emile Zola’yı incelerseniz, olayların benzerliğini görebilirsiniz. Her ne kadar kişi, yer, konum  ve zaman farklı olsa bile azınlıklara, onları savunanlara ve ötekilere yönelik dünyanın her yerinde aynı süreç işliyor.
Pınar Selek Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans ve yüksek lisans öğrenimi tamamladıktan sonra çeşitli araştırmalar yapmıştır. Araştırmaları transseksüeller, sokak çocukları ve seks işçileri gibi ayrımcılığa uğrayan gruplar ve azınlıklar hakkındadır. Türkiye gündemine Mısır Çarşısı’nda 9 Haziran 1998'de yaşanan ve yedi kişinin yaşamını yitirdiği ve 127 kişinin yaralandığı patlamayla geldi. 11 Temmuz 1998 yılında gözaltına alınan Sosyolog Selek ağır işkence gördü ve araştırmasına el kondu. Gördüğü ağır işkence ile sol kolu çıkan Selek için kolunun üstüne düştüğüne dair tutanak tutuldu. Diğer bir tutanakta, sokak çocukları için kurduğu atölyede patlayıcı bulunduğu söylendi. Ancak atölyede bulunduğu iddia edilen patlayıcıların atölye aranmadan 22 saat önce imha edilmek üzere Emniyetin elinde olduğu, olay yeri inceleme raporu ile ortaya çıktı. Bilirkişi raporlarına göre Mısır Çarşısı olayının tüp patlaması sonucu meydana geldiği belirlendi. 3 kez beraat eden Selek 24.01.2013’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Dava kronolojisi (*)
11 Temmuz 1998'de Emniyet Müdürlüğü'nce gözaltına alınan Pınar Selek, görüştüğü kişilerin isimlerini vermediği
Soruşturma süresince hiçbir avukat yardımından faydalandırılmayan Selek için ilk dava, tek kişi olarak  "örgüt üyeliğinden" açıldı. Ümraniye Cezaevi'nde tutukluyken, bu kez de bir buçuk ay önce meydana gelmiş Mısır Çarşısı Patlaması ile ilişkilendirildiğini televizyon ekranlarından öğrendi.
Oysa 9 Temmuz 1998'de meydana gelen Mısır Çarşısı patlamasından 2 gün sonra ve patlama ile ilgili geniş çaplı soruşturmanın yapıldığı bir süreçte gözaltına alınan Pınar Selek'e patlama ile ilgili tek bir soru dahi sorulmamıştı.
Bilirkişi raporları ne diyor?(*)
* Mısır Çarşısı'nda meydana gelen patlamadan hemen sonra hazırlanan 13 ve 14 Temmuz 1998 tarihli Polis Olay Yeri İnceleme tutanakları ve Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü Ekspertiz Raporu'nda bomba bulgusu bulunmadığı belirtilirken 20 Temmuz 1998 tarihli Polis OIay Yeri İnceleme Sonuç Raporu'nda da "Bombaya ait herhangi bir bulgu yok" dendi.
* Suçlamaya doğrudan tek dayanak olarak Abdülmecit Öztürk adlı bir kişinin "Mısır Çarşısı'na Pınar Selek ile bomba koyduk" şeklindeki polis ifadesi gösterildi. 22 Aralık 1998'de Öztürk ve Selek hakkında Mısır Çarşısı'na bomba koymaktan açılan davanın duruşmasında Abdülmecit Öztürk ve başka iddialar nedeniyle tutuklanan diğer sanıklar, ağır işkence gördüklerini, Pınar Selek'i tanımadıklarını açıkladılar.
* 15 Haziran 2000 tarihli İstanbul Üniversitesi Analitik Kimya Anabilim Dalı Başkanı Reşat Apak'ın raporunda "Savcılık raporu bilimsel olmayıp Mahkemeyi yanıltmaya matuftur. Nitroselüloz birçok maddede bulunur, bomba olduğunun kanıtı değildir" dendi.
* 27  Temmuz 2000 tarihli Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Raporu da Savcılık raporunun bilimsel olmadığını belirterek "Olguların hiçbiri bomba patlamasına bağlı yaralama örneklerine uymuyor" sonucunu açıkladı.
* Mahkemenin tayin ettiği üç uzman profesörün raporunda da patlamanın kesinlikle bomba değil, tüp gaz kaçağından olduğu 21 Aralık 2000'da tescil edildi.
* 10.07.2002'de Mahkemenin tayin ettiği bilirkişinin raporu, gaz kaçağı patlamasını teyit ederken dosyaya giren 21.11.2002 tarihli ve ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanlığı'nın hazırladığı "görüntülü işlem teknolojisi"nden yararlanılan son rapor da patlamanın gaz kaçağı diyen raporla uyumlu olduğunu, "jandarma raporunun" fizik kurallarına aykırılık içerdiğini belirterek patlamanın lahmacun fırınının içinde meydana geldiği tespitine yer verdi
Üç beraat kararı (*)
08.06.2006'da İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk  hakkında Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin "ceza verilmesine gerektirir kesin ve inandırıcı delilin elde edilemediğine" dair ilk beraat kararını açıkladı. Bu karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 17.04.2007 tarihinde "hüküm kurulmadığı" gerekçesiyle usulden bozuldu.
Yeniden yapılan yargılama sonucunda, 23.05.2008'de İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, eski kararını tekrar ederek, Pınar Selek ve Öztürk hakkında Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin olarak beraat kararı verdi. Yardım yataklık ile ilgili suçlamadan da "zamanaşımından davanın ortadan kaldırılmasına" karar verdi. Mahkeme kararında, Pınar'la ile ilgili örgüt üyesi olduğuna dair iddiaları da inandırıcı bulunmadı. Böylelikle Pınar Selek ikinci kez beraat etti.
10.03.2009 tarihinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi beraat kararını esastan bozdu. Aynı daire, beraat kararı Savcılıkça temyiz edilmeyen Öztürk hakkında 'kazanılmış haklarının saklı kaldığını' beyan etti.
Yargıtay Başsavcısı, beraat kararının bozulması kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda itiraz ederek, Mısır Çarşısı konusunda beraat kararının onanmasını istedi. 9.02.2010'da Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) 17'ye karşı 6 oyla, Yargıtay Başsavcısı'nın itirazını reddetti.
9.02.2011'de İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Selek ve Öztürk hakkında daha önce vermiş olduğu beraat kararında direndi.
22.11.2012'de mahkeme Selek hakkındaki beraat kararını geri çekti.
(*) BİANET’ten alınmıştır.

DREYFUS OLAYI
Fransa'da hukuki tartışmalara neden olan Dreyfus olayı Paris'teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu ele geçirmesi ile başlar. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya ait bilgilerin verilmesi vaat edilmektedir. Şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanır. Çünkü Dreyfus’un el yazısı, mektuptaki yazıya benzemektedir.
Dreyfus, 15 Ekim 1894'te tutuklanır. Kapalı oturumlarla sürdürülen hızlı bir yargılama sonunda, basının da kışkırttığı düşmanca bir ortamda Dreyfus'un suçsuzluğunu kanıtlama çabaları sonuç vermemiştir. Aleyhine yeni delil bulunanamasına rağmen Dreyfus vatana ihanetten suçlu bulunarak yaşam boyu hapis cezasına çarptırılır. Cezasını çekmek üzere 1895'te Şeytan Adası'na gönderilir.   1896'da ortaya çıkan bir olay Dreyfus davasını yeniden gündeme getirdi. Alman Elçiliğinde çalışan hizmetli kadın, bir Alman subayından Easterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi. Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus'un mahkumiyetine sebep olan elyazısının Easterhazy'ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.
Ailesinin olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kaldı. İki gün süren dava Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararının ertesi günü Emile Zola'nın L' Aurore gazetesinde "Suçluyorum." başlığıyla yayımlanan Cumhurbaşkanına açık mektubu Fransa'da büyük yankı uyandırdı. Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar Millet Meclisine Zola'nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola'nın mahkumiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişlerdi. Bu nedenle dava Dreyfus'u savunanlar açısından başarı olmuştur.

1898 Haziranında yapılan hükümet değişikliğinden sonra General Cavaignac, Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgeler açıkça okudu. Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti.
Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa'ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Yedi yıl sonra 1904 yılında yargıtay genel kurulu Savaş Bakanı General Andre'nin isteği üzerine davayı yeniden ele aldı. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı. Legion d'Honneur nişanı verildi. Dreyfus, orduya hizmet etmeye devam etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris'te öldü.

19 Nisan 2013 Cuma

Tepenin Ardı “Hep Bir Düşman Vardır.”

(Bu yazı 2013 yılında Radikal Blog için yazılmıştır. Blog kapandığından tekrar yayınlanmıştır)

Emin Alper’in ödüllü filmini, film ile ilgili okuduğum bir çok yazının etkisinde  İzmir Sineması’nda izleme fırsatı bulmuştum. Film aslında ülkedeki bir çok sorunu da yansıtmaktadır. Ezen-Ezilen, Türk-Kürt, Kadın-Erkek gibi. Her ne kadar göremeseniz de korkulardan oluşturulan düşman algısı çok başarılı.

Film, kavaklıkta öfke ile kalkan bir el ve kavradığı sopanın sürekli kavak fidelerine inmesi ve kavak fidelerinin direnişi ile tekrar tekrar sopa darbelerine maruz kalmaları ile başlıyor. Bu sahnenin etkileyici olduğunu söyleyebilirim. 

Filmde dede Faik emekli olduktan sonra taşra kasabasında babadan kalma bir araziyi yarattığı  korkularla işlemeye başlar. Arazisinin etrafındaki Yörük çobanlarla keçiler yüzünden sorunlar yaşamaktadır. Keçiler her araziye girdiğinde birer keçi alıkoymaktadır ve tüm olumsuzlukları Yörüklere bağlamaktadır. Dede Faik’in yanında araziye ve hayvanlara bakmak üzere ortakçı yörük ailesinden Mehmet Karısı Meryem Oğlu Sülü (çoban) ve kızı da yaşamaktadır.

Oğul Nusret öğretmendir bir yaz günü kısa bir tatil için sorunlu iki oğluyla (biri askerde psikolojisi bozulan Zafer, biri de haşarı silah merakı fazla olan Caner) dede Faik’in yanına gider. Dede Faik oğlu ve torunlarına Yörüklerden alıkoyduğu bir keçiyi kurban eder.  Torun Caner’in vurduğu köpek, oğul Nusret’in bacağına sıkılan kurşun, öldürülen torun Zafer hepsi korkulardan oluşturulan düşmanı büyütür de büyütür.


FİLMİN KÜNYESİ
Film Adı               : Tepenin Ardı
Vizyon Tarihi       : 14 Aralık 2012 (1s 34dk) 
Yönetmen            :  Emin Alper
Tür                       : Dram
Ülke                     : Yunanistan , Türkiye